Sinan Canan’ın IQ ve başarıya dair orantının neden ters olduğunu anlattığı bir videosuna denk geldim.
Özetle diyor ki; Zeka arttıkça boşlukları, hataları, arızalı görme becerisi artıyor, ancak gördükçe başarının ilk koşullarından olan iyi ve inandırıcı ilişkiler kurma kapasitesi azalıyor.
Genel resme baktığımızda herkesin kendini son derece zeki gördüğü bir tablo vardır. Çoğu insan kendini fazlasıyla zeki ve yetenekli addediyor. Ancak aslında gerçekten çok zeki ve aynı zamanla akıllı insanların içine kapandığını ve zeka yarışına hiç girmediklerini fark etmek zor değil.
IQ ve EQ kavramları günlük hayatımıza 80’ler ve 90’lar ile birlikte hücum etti. Herkes kendi zekasını ve çocuklarının zekasını merak eder hale geldi. Bilişsel zekanın mı yoksa duygusal zekanın mı daha önemli olduğu meselesi epeyce tartışıldı. Birkaç yıl önce İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Gerry Reffo ve Valeria Wark’ın yazdığı “Liderlik ve Politik Zeka” kitabı ise başka bir IQ tipini masaya yatırıyor: Politik IQ
Kitapta; İş insanları ve iş dünyasından, diplomatik olaylardan, siyasetten örneklerle sıra dışı başarılara imza atmış, suyun akışını değiştirebilmiş kişiler odak noktamızda. Politik Zeka’nın ve liderliğin en belirleyici özelliğinin “risk” almak ve herkesin olmaz dediği şeyleri oldurmanın keşfedilmemiş bir yolunu bulmak olarak özetleyebiliriz. Önceki yazıda “Liderin Psikolojisi“nde Atatürk hakkında da buna benzer örnekler yazmıştım. Kısaca IQ ve EQ’yu dengeleyen liderlerin Politik IQ’larının çok yüksek olduğunu söylemek mümkün, nitekim “lider” eril ve dişil özellikleri bir potada eritebilen yani analitik ve duygusal düşünme ve davranış becerisi geliştiren, olarak tarifleniyor politik psikolojide.
Kitabı ilk okuduğumda sene 2019’du. Yeniden elime alırken aklımdan hiç çıkmayan, kitaptan bana iz gibi kalan cümleyi hatırladım: Güven, güveni doğurur.
Politik IQ, güven arayan birinin, önce etrafına güvenmesi gerektiğini, karşılıklı olarak güveni inşa ettiği bir ortamda doğru liderlikte bulunacağını öngörüyor. Buna inanıyorum. Hiçbir neden yokken kuşkucu davranmanın sizi de bizzat güvenilmez biri yapacağı ortada, ancak yine de çoğu insan baştan krediyi düşük tutarak güven ortamının inşasını geri plana atıyor.
Dünya da şu aralar güven ortamının tamamen yıkıldığı bir ruh halinde. Pandemi insanların devletlerine güvenini sarstı. Rusya-Ukrayna Savaşı Avrupa’nın sükunetine güveni yıktı. İsrail-Filistin savaşı gelecek güzel yarınlara inancı bitirdi. Yeme’de durmadan yenilenen gerilim ve çatışmalar ve Çin-Tayvan gerilimi 3. Dünya savaşı korkularını hortlatıyor. The Economist’in The World Ahead 2024 Eki’nde geçen cümleye katılmamak zor: “Tarih, gelecekte 2025 sonrası dünya düzeninden bahsedebilir.” 1945 gibi bir kırılım anında ve 2024 boyu dünyanın birçok ülkesinde yapılacak seçimlerde dünyanın nereye yuvarlandığını göreceğiz, sonuçlar 2025’i ve sonraki dünya düzenini göstermek için bir işaret fişeği görevi görecek.
Dünyanın akıldışı ilerlediği bir anda Politik IQ açısından zengin liderler gerçekten suyun akışını değiştirebilecek mi? Yoksa Sinan Canan’ın bahsettiği gibi yüksek algılama becerisi “sorunun çözülemez” olduğunu görüp vazgeçmelerine mi neden olacak? Birçok yetenekli siyasetçinin, siyasetin kirli sokaklarından yaşamaya dayanamadıkları için güvenli sığınaklarına döndüğünü görmüş biri olarak, korkmak için yeterli nedenim olabilir, ama tarih vaz geçmeyi bilmeden umutlu liderlerle de dolu.
İç karartıcı olabilir, ama gerçekleri bilerek yaşamanın doğru pozisyon almak için önemli olduğunu unutmadan ve bugünü yaşamaktan vaz geçmeden ilerleme sanatında ustalaşma vakti!


Yorum bırakın