Bu yılın şubat sonunda, Nursun Erel ile bir araya gelip bir yemek yiyelim, hatta Gazeteciler Cemiyeti’nde de bir kahve içelim dedik. Uzun zamandır yüz yüze oturup sohbet etme imkânımız olmadığından konuşacak çok şey vardı. Ankara’ya henüz yerleştiğim o birkaç ayda cemiyete birkaç kez gittim, elçilik iş birlikleriyle yapılan söyleşileri izleme fırsatım oldu. Haliyle konuşacak konulara Cemiyet ile ilgili sezgilerim ve görüşlerim de eklendi.
Daha ilkokuldayken, akşam haberlerinde onun dünyanın dört yanından verdiği haberleri izlerken gazeteci olmaya karar vermiştim. Hayat bizi, ben 16 yaşıma gelmeden bir araya getirdi ve böylece idolüm meslek büyüğüme dönüştü.

O gün buluşmamızda çok şey konuştuk. 90’ları benim çocuk gözüyle nasıl hatırladığım, onun anlattığı arka plan detayları… Diplomatik eski dedikodular, teoriler… Aile, çocuklar, hayat derken konu Gazeteciler Cemiyeti’yle ilgili meseleye geldi. Matematikte olduğu gibi gazetecilikte de analitik süreci besleyen şey sezgilerdir. Yemeğin ortasında basitçe şöyle söyledim: “Cemiyette bir tuhaflık yok mu?” “Neden böyle söyledin?” diye sordu.
“Gazetecilik etiğinden ve bazı teamüllerden uzak olduğunu hissediyorum yönetimin… Ama bu hızlı ve basit bir gözlem,” dedim.
O gün fazla yorum yapmadı Nursun Hanım, sadece dinledi. Ben de fazla bir şey söylemedim ama bakışlarımızın birbirimize yeterince açık olduğunu hatırlıyorum.
Bugün; ortaya çıkan bilgi ve belgeler, sansüre varan davranışlar, Nursun Erel’in istifası derken sezgilerimde yanılmadığımı görüyorum. Ancak en çok da Nursun Hanım hakkında yanılmadığımı görmekten mutluyum. Zira adeta bir tiranlık gibi kök salan ve zamanın ruhunu kaybeden yönetimin karşısına, haberin peşini asla bırakmayan bir gazeteci olarak çıktı. Adaylığının, tüm gazeteci dostlarımız gibi beni de -cemiyet üyesi olmadığım hâlde- bu denli heyecanlandırması boşa değil! Çünkü Nursun Hanım, 90’larda ben çocukken gösterdiği o dirayetli gazeteci kimliğini hiç kaybetmedi, üstelik şahsi yaşamındaki diğer kimliklerinin de verdiği incelikli gözlem, deneyim ve zarafetiyle birleşen bir ustalık mertebesinde artık.
Şule Gürbüz’ün Kambur romanındaki o meşhur “İnsan ara sıra evini yakmalı – ve çıkıp seyretmeli” cümlesindeki gibi, bence Gazeteciler Cemiyeti’nin yakılmaması ve küllerinden yeniden doğmaması için hiçbir sebep yok! O küllerden gazeteciliği zamanın ruhuna, ama ille de özündeki kodlara kavuşturacak hareketi de ancak böyle bir kadın yapabilir!
Velhasıl,
Nursun Erel’in sonuna dek yanında olmanın ve izindeki bir hamamböceği olmanın gururuyla!
Ayşegül Tabak


Yorum bırakın