Hepimiz biliriz: Okul koridorunun zorbasına dur demek için bazen kararlı bir duruş gerekir. Ama zorba kendi kendine zarar veriyorsa, en etkili strateji onu kendi çılgınlığıyla baş başa bırakmaktır. Donald Trump’ın ticaret savaşları tam da böyle bir sahne sunuyor: akıldışı tehditler, keyfi tarifeler, kendi ekonomisine çekilen yumruklar. Peki ya karşısındakiler? Onlar bu kavgaya nasıl girmeli?
Trump’ın Kanada, Meksika ve Çin’e karşı gerekçesiz gümrük tarifeleri uygulama tehdidi, sadece ABD ekonomisini değil, küresel dengeleri de sarsıyor. Ancak bu tehditlerin asıl etkisi, diğer ülkelerin nasıl tepki verdiğiyle şekilleniyor. Yani Zorba bir şeyler kırmaya çalışırken, biz de kendi evimizi yakmalı mıyız?
Birçok analist, misillemenin “doğal” olduğunu düşünüyor. Kanada ve Meksika tehditlere cevap olarak karşı tarifeler açıkladı. Ancak bu refleks, bu kadar akıldışı bir saldırıya verilecek en akılcı karşılık mı? Unutmamak gerekir: Gümrük tarifelerinin bedelini esasen onları uygulayan ülke ödüyor. ABD’nin uyguladığı tarifeler, Amerikan tüketicilerini ve ithal girdilere bağımlı üreticileri doğrudan etkiliyor. Trump’ın hedef aldığı ülkelerse, misilleme yaparak bu çılgınlığı daha da büyütmekten başka bir şey yapmıyor.

Burada oyun teorisinin dili devreye giriyor. Gümrük tarifesiyle misilleme yapmak, “en iyi yanıt” değil. Çünkü her iki taraf da zarar görüyor. Hele ki Kuzey Amerika’daki gibi tedarik zincirlerinin iç içe geçtiği sistemlerde, bu zarar katlanarak büyüyor. Öyleyse en makul hareket tarzı, kavgadan uzak durmak: Trump kendi kendini tüketene kadar.
Ancak mesele sadece ekonomi değil. Trump, dış politikada da aynı taktiği benimsiyor: kaos yaratmak, zayıfları kışkırtmak, güçlüleri birbirine düşürmek. Yakın dönemde Netanyahu hakkında yaptığı “Erdoğan’la çok iyi ilişkilerim var, sorunlarınızı çözebilirim” açıklaması da bu şemaya uyuyor. Tıpkı Kamala Harris için seçim sonrası söylediği övgü dolu, ancak Harris’in ekibinin sosyopatik yansıma olarak gördüğü sözler gibi… Ezcümle bu tür çıkışları birer samimiyet ifadesi değil, bir stratejik manipülasyonun parçası.
Trump’ın Türkiye’yi AB’ye karşı konumlandırma, Erdoğan’ı İsrail’le anlaşmaya zorlayarak Avrupa’yla arasını açma gibi amaçlarla böyle açıklamalar yaptığı ihtimalini tümüyle göz ardı etmemeliyiz. Bu, aynı zamanda Erdoğan’a karşı bir tür tuzak kurma biçimi: onu AB’yle uzaklaştırırken ABD-İsrail ikilisiyle anlaşmaya itmek. Ama Erdoğan bu oyunu görebilecek kadar tecrübeli, fakat rüzgar süreci yönetirken yanında olur mu bilinmez, hele ki muhalefet ve genç nüfus ile başı dertteyken. Diğer yandan aynı duruma sürüklenmiş ve Erdoğan’dan çok daha deneyimsiz olan Zelensky’nin başına gelenler ortada: Trump’la stratejik bir ilişki kurmak isterken, hem Batı’yı hem içeriyi kaybetmenin eşiğine geldiği gibi, çareyi Türkiye’nin şemsiyesi altında arıyor.

Bu noktada Ankara’nın sessizliği dikkat çekici. Erdoğan yönetimi, Trump’ın manipülatif hamlelerini şimdilik karşılıksız bırakıyor. Bu sessizlik, bir güçsüzlük değil; stratejik bir sükûnet mi yoksa gerçekten bir arka plan anlaşması mı yaklaşıyor bilmiyoruz, ancak 1930’lar Türk Dış Politikasına geri dönen Türkiye’nin diplomasi oyununu çok iyi oynadığını herkes kabul etmeli. Zira oyunu büyütmek Trump’ın işine yarar. Onu kendi dar alanında bırakmak, en akıllıca karşılık olabilir. Özetle Erdoğan, Harvard’lı profesör Dani Rodrik’in de altını çizdiği Trump’a karşı “gri duvar” olma işini şimdilik yerine getirmeyi başarıyor.
Trump’ın tarifeleri nasıl ki Amerikan ekonomisini vuruyorsa, benzer diplomatik manevraları da kendi uluslararası prestijini zedeliyor. Trump’a karşı sessizliğin sesi şu gibi duruyor: “Kendi ekonomini ve itibarını mahvetmek istiyorsan buyur. Biz, akıl ve itidal yolunda ilerlemeye devam edeceğiz.”
Sonuç olarak, Trump’ın “trumplamak” dediğimiz bu stratejisi – kargaşa çıkar, sonra o kargaşanın hakemi ol – tanıdık ama tehlikeli bir oyun. Bu oyunu kazanmanın yolu, onunla aynı ringe çıkmak değil. Seyretmek, not almak ve doğru anı beklemek. Ve en önemlisi: Ayakta kalmak!


Yorum bırakın