Sanat mı, sanatçı mı? Peki ya siyaset?

Adam Lindemann’dan bir alıntıyla karşılaştığımda çok etkilendim. Bunu Ben de Yaparım! isimli çağdaş sanatı anlama -hatta biraz da alaya alma- kılavuzu adında bir kitapta geçiyordu: “Bizim derdimiz eserlerle; eser başka söze gerek kalmadan kendini yeterince ifade etmelidir. Obje, her şaheserin yaydığı o bağımsızlık havasına sahip olmalıdır. Sanatçının iyi ya da parlak biri olup olmadığının, işkence görüp görmediğinin bir önemi yoktur – kokteyl bittikten sonra sanatçıyla değil, onun sanatıyla bir arada yaşarsınız.”

Bu cümleler, sanatın özüne dair çok kritik bir noktaya işaret ediyor: Sanat, sanatçıdan bağımsız bir yaşam hakkına sahiptir. Zira, o eseri evinize taşıdığınızda, baş başa kalacağınız şey yalnızca sanatın kendisidir. Sanatçının karizması, dramları veya sosyal statüsü bir süre için etkileyici olabilir; ancak geriye kalan, eserle kurduğunuz bağ oluyor, tabii eğer bir sonraki sahibine ne fiyata satacağını düşünen piyasa koleksiyoneri ya da sadece parası olduğu için -vergiden düşmek için eser toplayan görgüsüzlerden değilseniz.

Nihayetinde bu bakış açısı, siyasete de doğrudan uygulanabilir. Politikada da, bir liderin kişiliği, karizması, hatta yaşadığı dramatik hikâyeler geçici bir etkileyebilir. Ancak gerçek sınav, seçimler bittiğinde geriye ne kaldığıyla ölçülür: Kurumlar, yasalar, toplumsal hafıza ve hayatımıza dokunan düzenlemeler. Bir politikacı, seçim dönemi boyunca medya kokteyllerinde göz kamaştırabilir; ama kokteyl bitip sandıklar kapandıktan sonra, onun mirasıyla, geriye bıraktığı sistemle yüzleşiriz.

Bu açıdan, mesele kişilere takılmak değil, “eser” olarak geriye kalan düzenlemelere, kurumlara ve toplumsal etkilere bakabilmektir. Tıpkı bir sanat eserini değerlendirirken, sanatçının yaşam öyküsünü değil, eserin kendini ifade edişini ölçmek gibi, siyasette de etkili bir analiz, liderin değil, bıraktığı yapının kendisi üzerinden yapılabilir.

Sanat ve siyaset arasındaki bu paralellik bize şunu gösteriyor: Kokteyl bitince, yaşamda baş başa kalacağımız şey kişi değil, bıraktığı eserdir. Ve bu yüzden, hem sanat hem de siyaset alanında kritik soru şudur: Geriye gerçekten kalıcı bir eser bırakıyor muyuz?

Mesele kişilere takılmamak, eserleri görebilmek olduğunda lidere tapınma, takım tutarcasına parti tutma eylemleri de son buluyor. Sanat da siyaset de, geriye bıraktıklarıyla değerlendirildiğinde olması gereken yere varıyor.

Yorum bırakın