“Beyaz Saray’daki Masa: Dışlanma mı, Format Seçimi mi?”

18 Ağustos’ta Beyaz Saray’da kurulan masa, pek çok başkentte aynı soruyu tetikledi: “Neden Türkiye yoktu?” Oysa ilk bakışta görünen, “kıyıdaşlık” değil “ağırlık” kurgusu: Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve İtalya—AB’nin siyasi motor gücü—AB Komisyonu Başkanı ve NATO Genel Sekreteriyle birlikte Ukrayna lideri Zelenskiy’e omuz verdi; Finlandiya ise Rusya’ya doğrudan sınır ve yeni NATO üyesi olmanın getirdiği güvenlik endişesi nedeniyle bu çekirdeğe eklendi.

Bu tabloyu “Türkiye’nin güç kaybı” olarak okuyanlar haklı olarak şu noktayı vurguluyor: Karadeniz’de boğazlara sahip, NATO’nun en eski üyelerinden Türkiye masada değilken, yeni üye Finlandiya vardı. Bu, Ankara’nın caydırıcılık mimarisinde dışarıda bırakılabileceğine dair sembolik bir işarettir. Üstelik toplantı, Alaska’daki Trump–Putin görüşmesinin hemen sonrasına konuşlanarak, Avrupa’nın Washington nezdinde “oyun kurucu” görünmeye çalıştığı bir anı temsil ediyordu.

Ancak aynı fotoğraf, farklı bir okuma da mümkün kılıyor. Masanın bileşimi, NATO Konseyi formatı değil; “Quint + AB + NATO GS” diyebileceğimiz, Avrupa’nın siyasal-psikolojik ağırlığının öne çıktığı bir çekirdekti. Polonya, Romanya, Bulgaristan gibi Ukrayna dosyasında kritik ülkeler de yoktu; yani mesele “kıyıdaşlık” ya da “NATO üyeliği kıdemi” değildi. Finlandiya’nın varlığı, 1.340 kilometrelik Rusya sınırı ve son iki yılda sertleşen güvenlik iklimine bağlanabilir.

Türkiye’nin bu dosyadaki rolü ise paralel kulvarlarda yürüdü: İstanbul’daki temaslar, esir takasları ve ateşkes pencerelerini yoklayan görüşmeler; Karadeniz’de Romanya ve Bulgaristan’la oluşturulan mayın temizleme gücü; Ankara’nın ısrarla “Ukrayna masadaysa barış mümkün” çerçevesini dillendirmesi… Bu çizgi, Türkiye’yi “arabulucu/dengeleyici” pozisyonda tutuyor; Avrupa çekirdeğinin “güvence mimarisi” tartışmalarına doğrudan dâhil olmasa da, ara buluculuk momentlerinde Ankara’yı vazgeçilmez kılabiliyor.

Peki bu ne anlama geliyor? Bir: Avrupa, Trump–Putin hattına karşı “kurumsal Avrupa”yı (AB + NATO GS) öne çıkararak güvenlik garantilerinde söz sahibi olma iradesi gösterdi. İki: Türkiye—kimi Avrupalı yorumcuların da altını çizdiği üzere—Avrupa’nın savunma mimarisinden koparıldığında maliyet büyüyor; dışlamak yerine işbirliği alanlarını genişletmek, özellikle Karadeniz güvenliği ve tedarik zincirleri için rasyonel. Üç: Ankara açısından bu fotoğraf, “AB çekirdeği içinde politika eşgüdümü”nün dışında kalmanın simgesel riskini hatırlatıyor; fakat nihai belirleyici, sahadaki kapasite ve masaya konulan somut katkı olacak.

Kısacası, 18 Ağustos fotoğrafını “nihai hüküm” değil, bir “pozisyon alma anı” olarak okumak daha sağlıklı. Türkiye’nin diplomasideki esnek kapasitesi, İstanbul kanalı ve Karadeniz güvenliği gibi manivelalar, bir sonraki masa düzeninde Ankara’ya yeni giriş kapıları açabilir. Esas mesele, bu kapılardan içeri girilecekse hangi politika paketiyle girileceği: yaptırımlar, savunma sanayii işbirliği, Ukrayna’nın güvenlik garantilerinin pratik tasarımı ve Karadeniz’in deniz güvenliği rejimi… Bu dört başlığın her birinde üretilecek somut öneriler, “format” tartışmasının ötesine geçerek gerçek ağırlığı tayin eder.

Yorum bırakın